Hasanoğlan köyü ile ilgili Tarihi bilgiler daha önce Köy Enstitüleri Dergisi’nin birinci sayısında Tahir Erdem tarafından yayınlanmış bulunmaktadır. Bu konuda başka yeni incelemeler çıkmadığı için bizde adı geçen dergideki vesikalardan yararlanarak köyün tarihine, bazı noktalar hakkındaki görüşlerimizle kısaca değinmeyi uygun buluyoruz.
Tarihi vesikaların gösterdiğine göre köyün eski adı “ Hasanoğlanı” dır. Sonradan bazı yerlerdeki köy adları gibi zamanla sonundaki sesli harf düşerek “Hasanoğlan” diye anılmıştır.
Her ne kadar zamana ait bir eserde (Küçük Asya ve Köylerimiz gibi) “Hasanoğlu” görülmekte ise de bundan köyün bu adla anıldığı anlamını çıkarmak pek güçtür. Çünkü 1933 de çıkan Köylerimiz adlı kitabın yayınlandığı sırada bu köye halk tarafından “Hasanoğlu” denilmediği belirlenmektedir.
Bununla beraber “Hasanoğlanı” ve “hasanoğlan” sözcüklerinden bu köyün ‘Hasan’ adında birinin oğluna izafe edilerek adlandırılmış olduğunu anlamak mümkündür.Nitekim bugün Ankara’nın Elmadağ şosesindeki Hasanoğlan’a ayrılan yolun kavşağındaki eski mezarlığın ucunda “Hasan Dede” diye ün alan bir yatır ve onun yanı başında “Hasan Dede” pınarı olarak anılan bir yer vardır.(1944) Herhalde köyün tarihi ile bu “Hasan Dede” arasında bir ilgi bulunması ihtimal içindedir. Gerçekten bugün (1944) dahi “Hasan Dede” yatırı köyün manevi hayatında özel bir yer tutmaktadır. Mesela köylüler genellikle yağmur duaları ve adaklarını onun mezarı dolaylarında yaparlar.(Cedderesi) . İstanbul başbakanlık arşivinde Ankara Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü “Kuyud-i kadime” sinde mevcut XVI. Yy ait Tahir Defterinde öğrenildiğine göre o zamanda “ Hasanoğlan” diye geçen bu köy Ankara livasına bağlı ve “Hacı Bayram-ı Veli” ahfadından “Tayyıb Baba” nın tımarı olup kendisine oturak olarak verilmiştir. Aynı kayıtlara göre Kanuni Devrinde bu köyün ev durumu 26-36 hane arasında olduğu düşünülürse nüfusun tahminen 130-180 olduğu anlaşılabilir.
Yine bu vesikalardan edinilen bilgilere göre köyün belli başlı gelir kaynakları arpa buğday gibi toprak ürünleriyle arıcılık, bağcılık ve koyunculuktan ibarettir.
Bütün bu bilgiler Hasanoğlan köyünün en az XVI yy kadar varan bir geçmişi olduğunu göstermektedir. Yine b bilgilerden yola çıkılarak hasanoğlan köyünün çevresinde bulunan diğer komşu köylerden daha eski olduğu anlaşılmaktadır.
KÖYÜN YERLEŞİM YERİ
#Hasanoğlan köyü Ankara’nın 34 km kuzeydoğusunda bulunan büyük bir iç Anadolu köyüdür.Bağlı bulunduğu ilçe ise 10 km. güneyindeki Elmadağ’dır.
Hasanoğlanın en yüksek noktası deniz düzeyinden 1985 metre yüksek olan İdris Dağında bulunan Kırk kızlar tepesidir.Köy bu dağın Güney eteğine kurulmuştur. Köyün yerleşim merkezi rakımı ortalama 1200 olan ve İdris dağını meydana getiren ana kayaların ortaya koyduğu sağlam tabanın üstüne ve bir pınarın çıktı yerde başlayıp günümüze geldikçe dağılarak büyük bir alana yayılmıştır.
Hasanoğlan'da Ana Tanrıça - (Ömer Tuncer)
Bütün Anadolu'da olduğu gibi, Ankara'nın pek çok yerinde, kırda yürürken ayağınıza takılıveren bir taş bazen, on binlerce yıl ötesinden size iletilmiş bir mesaj gibidir. O dili bilirseniz, mesajı alabilir, anlayabilirsiniz.
Bu mesajlardan biri, Hasanoğlan kasabasında bir temel kazısı sırasında ortaya çıktı. Bu yaklaşık bir karış boyunda, gümüş bir yontuydu. Başı ince altın plaka ile kaplıydı. Bedeninde altın kuşaklar, ayak bileklerinde iki altın halhal vardı.
Uzmanlar bulunduğu yerin adını verip “Hasanoğlan Yontucuğu” dediler. Sonra da getirdiği mesajları okumaya giriştiler.
Her şeyden önce bunun bir kadın yontusu olduğu açıktı. Üçgen biçimli üreme organı öylesine belli edilmişti ki... İnce bir bedenin altına doğru genişleyen kalçalar ve yüzü büyüklüğünde bir üreme organı... Bu neyin anlatımıydı? Soruları birer birer sabırla çözdüler;
Bu yontucuk Anadolu’nun çok eskilerden kalma Ana Tanrıçasının yontusuydu. Üreme organı elbette kocaman ve belirgin olacaktı. Bütün doğanın bu üreme organından doğduğuna inanılırdı. İnsanlığın da varlık nedeni bu üreme organı elbette kutsaldı.
Yine bu üreme organı nedeni ile çağlar boyun “üçgen” biçimi, Ana -Tanrıça’ nın kutsal simgesi sayılacaktı. Erkek tanrıların egemen olduğu çok tanrılı dönemden kutsallığını yitirmeden geçecek, dahası, tek tanrılı dinler aracılığıyla zamanımıza değin gelecekti.
“Üç sayısı” pek çok yerde kullanıldı. Ana-Tanrıçanın sonraki betimlerinden biri olan ”üç etek” i Anadolu tanrıçası Ephesos Artemis’i “genç kız”, “olgun kadın” ve “ana” olarak nitelendi. Üstelik bu üç niteliğini 431 yılında yapılan Ephesos Konsili’nde Bakire Meryem’e aktararak Hıristiyanlığa da verdi.
Öte yandan “cahiliye” döneminde bir Ana-Tanrıçalar tapınağı olarak kullanılan Kabe’nin islamiyette taşıdığı önem, üç sayısının müslümanlığa taşınmasına da neden oldu. Namazdaki kimi sözlerin üçer kez yinelenmesi, tesbih tanelerinin “üç” sayısından oluşturulmuş olan “otuz üç” adet olması, aynı inanç düzeninin yansımasıdır.
Hele hele İslamiyet reddetmesine, dahası yasaklamasına karşın yaygın bir biçimde günümüze değin medet umulan bir büyü olarak kullanılan “muska” nın Ana-Tanrıçanın kutsal üreme organıyla aynı “üçgen” biçiminde olması dikkate değer...
Muskadan medet umma geleneği, Anadolu’da İslamiyet öncesinden kalmış olsa gerek. Bu örneklerden de anlaşılacağı gibi, insanoğlu, temel düşüncelerinde ne denli köktenci değişiklikler yaparsa yapsın eski ekiniyle yenisi arasında önemli bağlar kalmaktadır.
Hasanoğlan Ana-Tanrıçası, dünyada madenin kullanılmaya başlamasında kısa bir süre sonra yapılmıştır. Bu da MÖ.. üçüncü bin yani zamanımızda beş bin yıl öncedir. Bu dönemde yazı henüz Anadolu’ya gelmemiştir. Henüz İbrahim peygamber yaşamamıştır.
Hasanoğlan yontucuğu, bizde yalnızca kendi zamanımızda sonrasına yönelik mesajlar vermekle kalmamakta, öncesine yönelik çağrışımlar da yaratmaktadır.
Ana-Tanrıçanın en eski örnekleri Van ili Kırkgeçit bucağına bağlı Yedisalkım (eski Put) köyünde bulunan kızlar mağarasındadır. Bilim adamlarınca 15.000 yıl önceden kaldığı saptanan bu mağara resimlerinde kocaman bir üreme organına sahip Ana-Tanrıça görülmektedir. Resimlerden biri baş aşağıdır ve doğurma durumundadır.
Bunlar, ilk kez, doğada gerçek karşılığı olmayan bir şeyin ”ana” kavramının resimleridir. Kızlar mağarasında dünyada ilk kez, bir gerçekliğin değil, bir kavramın resmi yapılmıştır.
Yontma Taş Çağı’nda çıkılıp Cilalı Taş Çağı’na gelindiğinde M.Ö. sekizinci,yedinci, ve altıncı binlerde Diyarbakır Çayönü Höyük, Konya Çatal Höyük ve Burdur Hacılar’da kurulan “dünyanın ilk kentler” inde yaşayan Anadolulu yurttaşlarımız, dünyanın ilk üç boyutlu sanat ürünü diyebileceğimiz, pişmiş toprak Ana Tanrıçalar yaptı. Dünya yontu sanatı böylece başladı.
Cilalı Taş Çağı Ana-Tanrıçaları, şişman, doğurgan karnı abartılmış, kimi doğurma, kimi sevişme durumunda , kimi de kucağındaki çocuğu (bu çocuk yalnızca insan değil, doğanın bir parçası olan hayvan da olabilmektedir) emzirirken gösterilmektedir.
Hasanoğlan yontucuğunun da içinde bulunduğu Maden Çağı Ana-Tanrıçalarında ise artık şişmanlık ve doğrudan koca bir göbek yoktur. Onun yerine bedene göre oldukça büyük doğurgan kalçalar ve üçgen biçimli üreme organı almıştır.
Hasanoğlan Ana-Tanrıçası, günümüzde yaşayan Anadolu insanıyla iç içedir. Ana-Tanrıçaya baktığımızda alnına altın dizmiş bir Anadolu kadını görmüş gibi olmuyor muyuz?
Hele ayak bileklerindeki hal hallar... Beş bin yıl önceden bugüne atılmış bir ekinsel köprü değil mi sizce, ne dersiniz?.