ELMADAĞ SEÇİM SONUÇLARI

         Elmadag 2014 seçim sonuçu


  • Elmadağ 30 mart seçim sonuçları
  • AKP - Gazi ŞAHİN (40%, 11.038 Oylar)
  • MHP- Aytaç ÖZEL (35%, 9.758 Oylar)
  • CHP - Mücahit DEDE (20%, 5.460 Oylar)
  • SP - Mevlüt DEMİR (4%, 1.122 Oylar)
  • HDP - Nurcan ORUC (1%, 242 Oylar)
  • BBP - Erol DASAR (0%, 131 Oylar)
  • Toplam Oylar: 27.751


Yeşildere Seyit Cemali mah.
Kazanan İsmail K.Nazlı







Yeşildere Fatih Mahallesi Muhtarlığı kazanan Sefer Elmir
İlçemiz Elmadağ da Mahallelere göre oy dağılımı 

30 mart 2014 İlçemiz Elmadağ da Mahallelere göre oy dağılımı














30 mart 2014 elmadağ belediye başkanlığı Seçimleri Elmadağ oy dağılımı ve Elmadağ  sonucu







elmadag fotografları-03.03.2014


ELMADAG YEŞİLDERE DEREŞIH





yeşildere YEŞİLDERE YESILDERE yesildere,ELMADAĞ DEREŞIH-YEŞİLDERE, yeşildere deresih,ELMADAG YEŞİLDERE, elmadag YESILDERE ,elmadağ

kapari

Kapari bitkisi şifası
Deve dikeni kedi çırnağı kaparinin faydaları


Kaynak:mucizeiksirler.blogspot.com

Kapari bitkisi ve faydaları


 Evliya Çelebi, 400 yıl öncesinde keşfetmiş bu bitkinin varlığını. “İşte bu kumlu toprakta, bu
iklim şartlarında “gebre” adında bir yemiş yetişiyor ve bu yöre halkı bu yemişin sirkeli turşusunu yapıyor.Bu turşu için “çok faydalı” diyor Evliya Çelebi.

Faydalı oluşu hastalıklara deva olmasından, zindelik, sağlık , güç vermesinden olsa gerek.Ve meşhur olması da lezzetli, faydalı oluşundan...”

Kaparinin bezelye büyüklüğündeki tomurcuklarının protein, vitamin, mineraller, rutin ve hardal yağı glikosidi yönünden oldukça zengin olması, onu doyurucu bir besin haline getiriyor. Gençleştirici ve “afrodiziak”- cinsel gücü arttırıcı- etkisi de keşfedilen kapari tomurcukları, Avrupa ve Amerika da vazgeçilmez bir çeşni olarak sofrada yerini alıyor.

Özellikle Batı Avrupa ülkelerinde kaliteli bir meze olarak kabul görüyor.Kapari tomurcukları salamura edildikten sonra, zeytinyağı ve limonla işlem görüyor ve mezeye dönüşüyor;sofraların baş tacı oluyor.

Kaparinin tomurcukları dışında “karpuzcuk”da denilen meyveleri ve sürgün uçları da salamura ve sirkede muhafaza edilmek suretiyle gıda olarak değerlendiriliyor. Özellikle de Kıbrıs’ta ve İspanya’da sürgün uçları, vejetasyonun başlarında taze iken toplanıyor.Tabii yine sirke ve tuz ile terbiyelendikten sonra tüketiliyor.Çünkü acılığı- ki bu acılık içeriğindeki hardal yağı glikosidinden kaynaklanıyor- ancak bu şekilde gideriliyor ve asıl tadı ortaya çıkıyor.

İnsanlar kapariyi gıda niyetine tüketirken aynı zamanda, pek çok hastalığa karşı da
bağışıklık kazanıyorlar.Örneğin özündeki rutin, kılcal damarlardaki kanamaları önlüyor.

Hayvanlar yediğinde ise sonuç inanılmaz. Süt ve yumurta verimi oldukça artıyor.

 Kaparinin her şeyi değerli; hiçbir şeyi atılmıyor. Dal uçları, tomurcukları, meyveleri gıda sektöründe; yaprakları sertleşmiş dalları, kökleri de ilaç, boya ve kozmetik sanayiinde değerlendiriliyor.

İspanyollar köklerinden yaptıkları ilaçları, hemoroitin tedavisinden kalça rahatsızlıklarının giderilmesine, kadınların regl dönemlerinin düzenlenmesinden sancıların giderilmesinde kullanmışlar.

Sirkesinden diş ağrılarının giderilmesinde faydalanılmış. Yine köklerinden zehirlenmelere karşı panzehir elde etmeyi başarmışlar.

Hindistan’da kaparinin kök kabuğu, taze veya kurutulmuş olarak yüzyıllardır müshil, tonik balgam söktürücü, solucan düşürücü, ağrı kesici olarak kullanılmakta. Romatizma ağrıları olanlar, felç geçirenler, dalak büyümesi şikayeti olanlar şifayı kaparinin kök kabuklarından elde ettikleri ilaçlarda bulmuşlar.

Avrupa’da meyveleri ve çiçek tomurcukları, müshil(kabızlık giderici) ve diüretik(idrar söktürücü) olarak kabul edilmekte, uyarıcı ve iskorbüt hastalığını önleyici olarak değerlendirilmekte.Yaprakların ezilmesiyle hazırlanan lapa ise gut hastalığının tedavisinde kullanılmaktadır.Ayrıca kan bozuklarının giderilmesinde yine kapariye başvurulmakta.

Uluslararası Kanser Enstitüsü’nde yapılan çalışmalarda kapari, anti tümör aktivitesi sağlayan “ekstrakt”ın hazırlanmasında kullanılan bitkiler arasında yer alıyor.

MUCİZE BİTKİ KAPARİNİN FAYDALARI

1.Cinsel Gücü Artırıcı

2.Kabızlık giderici

3.İdrar söktürücü

4.Balgam söktürücü

5.Solucan düşürücü

6.Ağrı kesici

7.Romatizma

8.Felç

9.İskorbit hastalığı

10.Kan bozuklukları

11.Gut hastalığına

12.Antitümör

13.Hemoroid

14.Dalak büyümesi

15.Kalça rahatsızlıkları

16.Adet düzenleyici ve sancıları

17.Diş ağrıları

18.Karaciğer fonksiyonlarını düzenleyici


Kaynak: mucizeiksirler.blogspot.com

Osmanlıda sadaka taşı


Sadaka Taşları

 (Süheyl Ünver)

BENİM ALİCENAB, İstanbul’un eski zaman efendisi üstadım, ressam ve hattat Murtaza Ekler, uzun seneler Üsküdar’da, İmrahor Caddesi’nde oturmuşlardır. Bana, mevlevihanenin karşı sırasında, bir sadaka taşını haber verdiler. Mehmed Türkmenoğlu dostumuzla, birlikte isimlerini almışlar. Şöyle tarif ediyorlardı:

“Sadaka taşı, iki metre boyunda mermer bir sütun. Üstünde bir çukur var. Geçen asırda, yolu buraya düşenlerden hal ve vakti yerinde olanlar, mermerin üstündeki çukura birer miktar para bırakırmış.

“Derdini kimseye açamayan hakiki bir fakir ihtiyacı olunca oradaki parayı alır. O günkü ihtiyacı bir kuruş mu? Yüz para mı? Onu ayırır, kalanını, kendisi gibi ihtiyacı olanları düşünme terbiyesi icabı çukuruna kor ve meçhul sadakacıya içinin memnunluğunu kalbinden ulaştırır ve dönermiş.



“Böyle bir sadaka taşı da Üsküdar çarşısında Koca Mimar Sinan’ın yaptığı
hamamın karşısında, Gülfem Hatun Camii’nde varmış. Fakat böyle bir taşı hatırlayana rastlamadım. Bir zaman durmuş. Sonra bu caminin etrafına kötü bir duvar çekenler tarafından yok edilmiş olmalıdır.”

Bu bilgilere ve resme ne kadar sevindim, tahmin edemezsiniz. Kendilerine, vaktiyle Karacaahmet’te, Bağdat yolu üzerinde ‘Miskinler Tekkesi’ denen, Yavuz Sultan Selim zamanında yapılan, İkinci Sultan Mahmud zamanında onarılan binada ufak boyda köşeli yedi sütun gördüğümü naklettim. Zamanında resimlerini de almıştım.

Bundan bir asır öncesine kadar, yüzlerce yıl ilk menzil şehri olan Üsküdar’dan yürüyerek, atla veya tahtırevanla yola çıkanlar mutlaka miskinler yurdunun önünden geçerdi. Cüzzamlılarla temas edilmeme itiyadı olduğundan gidiş ve dönüşte yol selameti için bu taşların üstlerindeki çukurlara birer miktar bozuk para bırakılırmış. Kapıda nöbet bekleyen hastalardan biri mırıldanarak, güya dua eder, akşamları da bu paraları toplayıp, aralarında taksim ederlermiş.


Demek ki, biri rivayete dayanmak üzere, üç yerde sadaka taşı olduğunu anlıyoruz. İhtimal vermek zoru ile, bir dördüncüsünün de, asırlardır hep sabırlı fakirlerin penahı olan Kocamustafapaşa’da olabileceğine hüküm vermek durumundayım.

Semtten Çınar’a dönerken köşebaşında bir bakkal dükkanı vardır. Bu dükkanın kapısı yanında yere eğri olarak gömülmüş bir porfir sütun gördüm. 30-40 santimi meydanda olan bu taşın aynı evsafta olacağını tahmin ediyorum.

Bu gibi sadaka taşlarının, yalnız Üsküdar’a mahsus olmayıp, diğer semtlerde bulunabileceğine de inanıyorum.

Ufak ve büyük camilerimizin bulunduğu sitelerimizde tek başına, yarı veya ucu kalacak derecede batmış veya ayakta tam veya yarım sütunları her yerde arayarak bu bahsi zenginleştirelim. Ve bütün dünyaya duyuralım.


Düşünüyorum: Biz ne necip, ne yüksek duygulu bir milletmişiz. Şu sosyal adalet ile tarihte, para ve ayni yardımlar, yemek de dağıtan imaretler yanında hakiki fakirlere böylece hizmet edildiğini gözlerim yaşararak hatırlarım.

Bizler bu gibi hizmetlerimizle milletimizi bugüne kadar getirmişiz. Eğer umumi idaremiz, tarihte bilgisizlikleriyle, bilerek ve bilmeyerek geçmiş asırlarda fenalık yapan politikacılara kalsaydık, çoktan dünya yüzünden silinmiş olurduk.


Bu gibi hususi ve umumi vakıflarımızdan başka, halkımızın orta hallilerinin ve hatta fakirlerinin, kendilerinden daha çok fakirlerine muavenet ellerini uzatmaları hizmetlerini, [yazılı] tarihlerimize intikal ettirmediğimiz için, dünyamızın dört bucağına duyurmamışız.
Her güzel ve iyi şeyi ciddi olarak tarihimize mal edememenin ıstırabını çekiyor ve bunu bizler dahi bilmiyor ve bu konuları asla benimsemiyoruz.

Birleşik Amerika bilginleri yeni bir çalışma ve ellerine nadir geçen vesikaları
değerlendirme yolundadırlar. Bizler ise, sanki milletimizin büyüklükleri üzerinde durulmazmış gibi, belki nadir bile olsa bunları işitir ama soruşturmaya asla heves etmez ve nemize lâzım der, geçeriz.

Benim aziz ve düşünceli eşimin şu sözünü daima hatırlarım: Bizim memlekette fakirin fakiri vardır. Memleketimizde hâlâ fakirler vardır. Ama meydana çıkamazlar. Dertleri yalnız maddî değil, manevîdir de. Şimdi fakir olmayan ve çalışmak kudretinde olabilen dilenciler çoğalmıştır.

Çalışmadan, havadan para kazananlar cemiyetin kanserleşmiş hücreleridir. Bunların metastazları âhengimizi bozar. İşte bugün ihyasına imkân olmayan bir eski içtimaî âdetimizi ibretle değerlendirip kendimize yeni bir düzen vermeliyiz.


Kaynak:www.os-ar.com




Yeşildere Eski köy fotografları



ilker gül .keziban oyun havası dinle








DEREŞIH_YEŞİLDERE (31 fotoğraf) Yeşildereden görüntüler


yeşildere çiş tepe mevkii resimleri -cafer bostancının objektiginden

CAFER BOSTANCI VE H.HÜSEYİN ACIKBAŞ IN PAYLAŞIMI


facebook yeşildere resimleri

Hasanoglan köyü ile ilgili Tarihi bilgiler

Hasanoğlan köyü ile ilgili Tarihi bilgiler daha önce Köy Enstitüleri Dergisi’nin birinci sayısında Tahir Erdem tarafından yayınlanmış bulunmaktadır. Bu konuda başka yeni incelemeler çıkmadığı için bizde adı geçen dergideki vesikalardan yararlanarak köyün tarihine, bazı noktalar hakkındaki görüşlerimizle kısaca değinmeyi uygun buluyoruz.
Tarihi vesikaların gösterdiğine göre köyün eski adı “ Hasanoğlanı” dır. Sonradan bazı yerlerdeki köy adları gibi zamanla sonundaki sesli harf düşerek “Hasanoğlan” diye anılmıştır.
Her ne kadar zamana ait bir eserde (Küçük Asya ve Köylerimiz gibi) “Hasanoğlu” görülmekte ise de bundan köyün bu adla anıldığı anlamını çıkarmak pek güçtür. Çünkü 1933 de çıkan Köylerimiz adlı kitabın yayınlandığı sırada bu köye halk tarafından “Hasanoğlu” denilmediği belirlenmektedir.
Bununla beraber “Hasanoğlanı” ve “hasanoğlan” sözcüklerinden bu köyün ‘Hasan’ adında birinin oğluna izafe edilerek adlandırılmış olduğunu anlamak mümkündür.Nitekim bugün Ankara’nın Elmadağ şosesindeki Hasanoğlan’a ayrılan yolun kavşağındaki eski mezarlığın ucunda “Hasan Dede” diye ün alan bir yatır ve onun yanı başında “Hasan Dede” pınarı olarak anılan bir yer vardır.(1944) Herhalde köyün tarihi ile bu “Hasan Dede” arasında bir ilgi bulunması ihtimal içindedir. Gerçekten bugün (1944) dahi “Hasan Dede” yatırı köyün manevi hayatında özel bir yer tutmaktadır. Mesela köylüler genellikle yağmur duaları ve adaklarını onun mezarı dolaylarında yaparlar.(Cedderesi) . İstanbul başbakanlık arşivinde Ankara Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü  “Kuyud-i kadime” sinde mevcut XVI. Yy ait Tahir Defterinde öğrenildiğine göre o zamanda “ Hasanoğlan” diye geçen bu köy Ankara livasına bağlı ve “Hacı Bayram-ı Veli” ahfadından “Tayyıb Baba” nın tımarı olup kendisine oturak olarak verilmiştir. Aynı kayıtlara göre Kanuni Devrinde bu köyün ev durumu 26-36 hane arasında olduğu düşünülürse nüfusun tahminen 130-180 olduğu anlaşılabilir.
Yine bu vesikalardan edinilen bilgilere göre köyün belli başlı gelir kaynakları arpa buğday gibi toprak ürünleriyle arıcılık, bağcılık ve koyunculuktan ibarettir.
Bütün bu bilgiler Hasanoğlan köyünün  en az  XVI yy kadar varan bir geçmişi olduğunu göstermektedir. Yine b bilgilerden yola çıkılarak hasanoğlan köyünün çevresinde bulunan diğer komşu köylerden daha eski olduğu anlaşılmaktadır.
KÖYÜN YERLEŞİM YERİ
#Hasanoğlan köyü Ankara’nın 34 km kuzeydoğusunda bulunan büyük bir iç Anadolu köyüdür.Bağlı bulunduğu ilçe ise 10 km. güneyindeki Elmadağ’dır.
Hasanoğlanın en yüksek noktası deniz düzeyinden 1985 metre yüksek olan  İdris Dağında bulunan Kırk kızlar tepesidir.Köy bu dağın Güney eteğine kurulmuştur. Köyün yerleşim merkezi rakımı ortalama 1200 olan ve İdris dağını meydana getiren ana kayaların ortaya koyduğu sağlam tabanın üstüne ve bir pınarın çıktı yerde başlayıp günümüze geldikçe dağılarak büyük bir alana yayılmıştır.
Hasanoğlan'da Ana Tanrıça - (Ömer Tuncer)
   
Bütün Anadolu'da olduğu gibi, Ankara'nın pek çok yerinde, kırda yürürken ayağınıza takılıveren bir taş bazen, on binlerce yıl ötesinden size iletilmiş bir mesaj gibidir. O dili bilirseniz, mesajı alabilir, anlayabilirsiniz.
 
    Bu mesajlardan biri, Hasanoğlan kasabasında bir temel kazısı sırasında ortaya çıktı. Bu yaklaşık bir karış boyunda, gümüş bir yontuydu. Başı ince altın plaka ile kaplıydı. Bedeninde altın kuşaklar, ayak bileklerinde iki altın halhal vardı. 

    Uzmanlar bulunduğu yerin adını verip “Hasanoğlan Yontucuğu” dediler. Sonra da getirdiği mesajları okumaya giriştiler.
Her şeyden önce bunun bir kadın yontusu olduğu açıktı. Üçgen biçimli üreme organı öylesine belli edilmişti ki... İnce bir bedenin altına doğru genişleyen kalçalar ve yüzü büyüklüğünde bir üreme organı... Bu neyin anlatımıydı? Soruları birer birer sabırla çözdüler;
Bu yontucuk Anadolu’nun çok eskilerden kalma Ana Tanrıçasının yontusuydu. Üreme organı elbette kocaman ve belirgin olacaktı. Bütün doğanın bu üreme organından doğduğuna inanılırdı. İnsanlığın da varlık nedeni bu üreme organı elbette kutsaldı.
Yine bu üreme organı nedeni ile çağlar boyun “üçgen” biçimi, Ana -Tanrıça’ nın kutsal simgesi sayılacaktı. Erkek tanrıların egemen olduğu çok tanrılı dönemden kutsallığını yitirmeden geçecek, dahası, tek tanrılı dinler aracılığıyla zamanımıza değin gelecekti.

   

“Üç sayısı” pek çok yerde kullanıldı. Ana-Tanrıçanın sonraki betimlerinden biri olan ”üç etek” i Anadolu tanrıçası Ephesos Artemis’i “genç kız”, “olgun kadın” ve “ana” olarak nitelendi. Üstelik bu üç niteliğini 431 yılında yapılan Ephesos Konsili’nde Bakire Meryem’e aktararak Hıristiyanlığa da verdi.

    Öte yandan “cahiliye” döneminde bir Ana-Tanrıçalar tapınağı olarak kullanılan Kabe’nin islamiyette taşıdığı önem, üç sayısının müslümanlığa taşınmasına da neden oldu. Namazdaki kimi sözlerin üçer kez yinelenmesi, tesbih tanelerinin “üç” sayısından oluşturulmuş olan “otuz üç” adet olması, aynı inanç düzeninin yansımasıdır.

    Hele hele İslamiyet reddetmesine, dahası yasaklamasına karşın yaygın bir biçimde günümüze değin medet umulan bir büyü olarak kullanılan “muska” nın Ana-Tanrıçanın kutsal üreme organıyla aynı “üçgen” biçiminde olması dikkate değer...

   

Muskadan medet umma geleneği, Anadolu’da İslamiyet öncesinden kalmış olsa gerek. Bu örneklerden de anlaşılacağı gibi, insanoğlu, temel düşüncelerinde ne denli köktenci değişiklikler yaparsa yapsın eski ekiniyle yenisi arasında önemli bağlar kalmaktadır.

    Hasanoğlan Ana-Tanrıçası, dünyada madenin kullanılmaya başlamasında kısa bir süre sonra yapılmıştır. Bu da MÖ.. üçüncü bin yani zamanımızda beş bin yıl öncedir. Bu dönemde yazı henüz Anadolu’ya gelmemiştir. Henüz İbrahim peygamber yaşamamıştır. 
Hasanoğlan yontucuğu, bizde yalnızca kendi zamanımızda sonrasına yönelik mesajlar vermekle kalmamakta, öncesine yönelik çağrışımlar da yaratmaktadır.

    Ana-Tanrıçanın en eski örnekleri Van ili Kırkgeçit bucağına bağlı Yedisalkım (eski Put) köyünde bulunan kızlar mağarasındadır. Bilim adamlarınca 15.000 yıl önceden kaldığı saptanan bu mağara resimlerinde kocaman bir üreme organına sahip Ana-Tanrıça görülmektedir. Resimlerden biri baş aşağıdır ve doğurma durumundadır.

    Bunlar, ilk kez, doğada gerçek karşılığı olmayan bir şeyin ”ana” kavramının resimleridir. Kızlar mağarasında dünyada ilk kez, bir gerçekliğin değil, bir kavramın resmi yapılmıştır.

   

Yontma Taş Çağı’nda çıkılıp Cilalı Taş Çağı’na gelindiğinde M.Ö. sekizinci,yedinci, ve altıncı binlerde Diyarbakır Çayönü Höyük, Konya Çatal Höyük ve Burdur Hacılar’da kurulan “dünyanın ilk kentler” inde yaşayan Anadolulu yurttaşlarımız, dünyanın ilk üç boyutlu sanat ürünü diyebileceğimiz, pişmiş toprak Ana Tanrıçalar yaptı. Dünya yontu sanatı böylece başladı.
Cilalı Taş Çağı Ana-Tanrıçaları, şişman, doğurgan karnı abartılmış, kimi doğurma, kimi sevişme durumunda , kimi de kucağındaki çocuğu (bu çocuk yalnızca insan değil, doğanın bir parçası olan hayvan da olabilmektedir) emzirirken gösterilmektedir.
Hasanoğlan yontucuğunun da içinde bulunduğu Maden Çağı Ana-Tanrıçalarında ise artık şişmanlık ve doğrudan koca bir göbek yoktur. Onun yerine bedene göre oldukça büyük doğurgan kalçalar ve üçgen biçimli üreme organı almıştır.
Hasanoğlan Ana-Tanrıçası, günümüzde yaşayan Anadolu insanıyla iç içedir. Ana-Tanrıçaya baktığımızda alnına altın dizmiş bir Anadolu kadını görmüş gibi olmuyor muyuz?

Hele ayak bileklerindeki hal hallar... Beş bin yıl önceden bugüne atılmış bir ekinsel köprü değil mi sizce, ne dersiniz?.