elmadag bilgiler etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
elmadag bilgiler etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Hasanoglan köyü ile ilgili Tarihi bilgiler

Hasanoğlan köyü ile ilgili Tarihi bilgiler daha önce Köy Enstitüleri Dergisi’nin birinci sayısında Tahir Erdem tarafından yayınlanmış bulunmaktadır. Bu konuda başka yeni incelemeler çıkmadığı için bizde adı geçen dergideki vesikalardan yararlanarak köyün tarihine, bazı noktalar hakkındaki görüşlerimizle kısaca değinmeyi uygun buluyoruz.
Tarihi vesikaların gösterdiğine göre köyün eski adı “ Hasanoğlanı” dır. Sonradan bazı yerlerdeki köy adları gibi zamanla sonundaki sesli harf düşerek “Hasanoğlan” diye anılmıştır.
Her ne kadar zamana ait bir eserde (Küçük Asya ve Köylerimiz gibi) “Hasanoğlu” görülmekte ise de bundan köyün bu adla anıldığı anlamını çıkarmak pek güçtür. Çünkü 1933 de çıkan Köylerimiz adlı kitabın yayınlandığı sırada bu köye halk tarafından “Hasanoğlu” denilmediği belirlenmektedir.
Bununla beraber “Hasanoğlanı” ve “hasanoğlan” sözcüklerinden bu köyün ‘Hasan’ adında birinin oğluna izafe edilerek adlandırılmış olduğunu anlamak mümkündür.Nitekim bugün Ankara’nın Elmadağ şosesindeki Hasanoğlan’a ayrılan yolun kavşağındaki eski mezarlığın ucunda “Hasan Dede” diye ün alan bir yatır ve onun yanı başında “Hasan Dede” pınarı olarak anılan bir yer vardır.(1944) Herhalde köyün tarihi ile bu “Hasan Dede” arasında bir ilgi bulunması ihtimal içindedir. Gerçekten bugün (1944) dahi “Hasan Dede” yatırı köyün manevi hayatında özel bir yer tutmaktadır. Mesela köylüler genellikle yağmur duaları ve adaklarını onun mezarı dolaylarında yaparlar.(Cedderesi) . İstanbul başbakanlık arşivinde Ankara Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü  “Kuyud-i kadime” sinde mevcut XVI. Yy ait Tahir Defterinde öğrenildiğine göre o zamanda “ Hasanoğlan” diye geçen bu köy Ankara livasına bağlı ve “Hacı Bayram-ı Veli” ahfadından “Tayyıb Baba” nın tımarı olup kendisine oturak olarak verilmiştir. Aynı kayıtlara göre Kanuni Devrinde bu köyün ev durumu 26-36 hane arasında olduğu düşünülürse nüfusun tahminen 130-180 olduğu anlaşılabilir.
Yine bu vesikalardan edinilen bilgilere göre köyün belli başlı gelir kaynakları arpa buğday gibi toprak ürünleriyle arıcılık, bağcılık ve koyunculuktan ibarettir.
Bütün bu bilgiler Hasanoğlan köyünün  en az  XVI yy kadar varan bir geçmişi olduğunu göstermektedir. Yine b bilgilerden yola çıkılarak hasanoğlan köyünün çevresinde bulunan diğer komşu köylerden daha eski olduğu anlaşılmaktadır.
KÖYÜN YERLEŞİM YERİ
#Hasanoğlan köyü Ankara’nın 34 km kuzeydoğusunda bulunan büyük bir iç Anadolu köyüdür.Bağlı bulunduğu ilçe ise 10 km. güneyindeki Elmadağ’dır.
Hasanoğlanın en yüksek noktası deniz düzeyinden 1985 metre yüksek olan  İdris Dağında bulunan Kırk kızlar tepesidir.Köy bu dağın Güney eteğine kurulmuştur. Köyün yerleşim merkezi rakımı ortalama 1200 olan ve İdris dağını meydana getiren ana kayaların ortaya koyduğu sağlam tabanın üstüne ve bir pınarın çıktı yerde başlayıp günümüze geldikçe dağılarak büyük bir alana yayılmıştır.
Hasanoğlan'da Ana Tanrıça - (Ömer Tuncer)
   
Bütün Anadolu'da olduğu gibi, Ankara'nın pek çok yerinde, kırda yürürken ayağınıza takılıveren bir taş bazen, on binlerce yıl ötesinden size iletilmiş bir mesaj gibidir. O dili bilirseniz, mesajı alabilir, anlayabilirsiniz.
 
    Bu mesajlardan biri, Hasanoğlan kasabasında bir temel kazısı sırasında ortaya çıktı. Bu yaklaşık bir karış boyunda, gümüş bir yontuydu. Başı ince altın plaka ile kaplıydı. Bedeninde altın kuşaklar, ayak bileklerinde iki altın halhal vardı. 

    Uzmanlar bulunduğu yerin adını verip “Hasanoğlan Yontucuğu” dediler. Sonra da getirdiği mesajları okumaya giriştiler.
Her şeyden önce bunun bir kadın yontusu olduğu açıktı. Üçgen biçimli üreme organı öylesine belli edilmişti ki... İnce bir bedenin altına doğru genişleyen kalçalar ve yüzü büyüklüğünde bir üreme organı... Bu neyin anlatımıydı? Soruları birer birer sabırla çözdüler;
Bu yontucuk Anadolu’nun çok eskilerden kalma Ana Tanrıçasının yontusuydu. Üreme organı elbette kocaman ve belirgin olacaktı. Bütün doğanın bu üreme organından doğduğuna inanılırdı. İnsanlığın da varlık nedeni bu üreme organı elbette kutsaldı.
Yine bu üreme organı nedeni ile çağlar boyun “üçgen” biçimi, Ana -Tanrıça’ nın kutsal simgesi sayılacaktı. Erkek tanrıların egemen olduğu çok tanrılı dönemden kutsallığını yitirmeden geçecek, dahası, tek tanrılı dinler aracılığıyla zamanımıza değin gelecekti.

   

“Üç sayısı” pek çok yerde kullanıldı. Ana-Tanrıçanın sonraki betimlerinden biri olan ”üç etek” i Anadolu tanrıçası Ephesos Artemis’i “genç kız”, “olgun kadın” ve “ana” olarak nitelendi. Üstelik bu üç niteliğini 431 yılında yapılan Ephesos Konsili’nde Bakire Meryem’e aktararak Hıristiyanlığa da verdi.

    Öte yandan “cahiliye” döneminde bir Ana-Tanrıçalar tapınağı olarak kullanılan Kabe’nin islamiyette taşıdığı önem, üç sayısının müslümanlığa taşınmasına da neden oldu. Namazdaki kimi sözlerin üçer kez yinelenmesi, tesbih tanelerinin “üç” sayısından oluşturulmuş olan “otuz üç” adet olması, aynı inanç düzeninin yansımasıdır.

    Hele hele İslamiyet reddetmesine, dahası yasaklamasına karşın yaygın bir biçimde günümüze değin medet umulan bir büyü olarak kullanılan “muska” nın Ana-Tanrıçanın kutsal üreme organıyla aynı “üçgen” biçiminde olması dikkate değer...

   

Muskadan medet umma geleneği, Anadolu’da İslamiyet öncesinden kalmış olsa gerek. Bu örneklerden de anlaşılacağı gibi, insanoğlu, temel düşüncelerinde ne denli köktenci değişiklikler yaparsa yapsın eski ekiniyle yenisi arasında önemli bağlar kalmaktadır.

    Hasanoğlan Ana-Tanrıçası, dünyada madenin kullanılmaya başlamasında kısa bir süre sonra yapılmıştır. Bu da MÖ.. üçüncü bin yani zamanımızda beş bin yıl öncedir. Bu dönemde yazı henüz Anadolu’ya gelmemiştir. Henüz İbrahim peygamber yaşamamıştır. 
Hasanoğlan yontucuğu, bizde yalnızca kendi zamanımızda sonrasına yönelik mesajlar vermekle kalmamakta, öncesine yönelik çağrışımlar da yaratmaktadır.

    Ana-Tanrıçanın en eski örnekleri Van ili Kırkgeçit bucağına bağlı Yedisalkım (eski Put) köyünde bulunan kızlar mağarasındadır. Bilim adamlarınca 15.000 yıl önceden kaldığı saptanan bu mağara resimlerinde kocaman bir üreme organına sahip Ana-Tanrıça görülmektedir. Resimlerden biri baş aşağıdır ve doğurma durumundadır.

    Bunlar, ilk kez, doğada gerçek karşılığı olmayan bir şeyin ”ana” kavramının resimleridir. Kızlar mağarasında dünyada ilk kez, bir gerçekliğin değil, bir kavramın resmi yapılmıştır.

   

Yontma Taş Çağı’nda çıkılıp Cilalı Taş Çağı’na gelindiğinde M.Ö. sekizinci,yedinci, ve altıncı binlerde Diyarbakır Çayönü Höyük, Konya Çatal Höyük ve Burdur Hacılar’da kurulan “dünyanın ilk kentler” inde yaşayan Anadolulu yurttaşlarımız, dünyanın ilk üç boyutlu sanat ürünü diyebileceğimiz, pişmiş toprak Ana Tanrıçalar yaptı. Dünya yontu sanatı böylece başladı.
Cilalı Taş Çağı Ana-Tanrıçaları, şişman, doğurgan karnı abartılmış, kimi doğurma, kimi sevişme durumunda , kimi de kucağındaki çocuğu (bu çocuk yalnızca insan değil, doğanın bir parçası olan hayvan da olabilmektedir) emzirirken gösterilmektedir.
Hasanoğlan yontucuğunun da içinde bulunduğu Maden Çağı Ana-Tanrıçalarında ise artık şişmanlık ve doğrudan koca bir göbek yoktur. Onun yerine bedene göre oldukça büyük doğurgan kalçalar ve üçgen biçimli üreme organı almıştır.
Hasanoğlan Ana-Tanrıçası, günümüzde yaşayan Anadolu insanıyla iç içedir. Ana-Tanrıçaya baktığımızda alnına altın dizmiş bir Anadolu kadını görmüş gibi olmuyor muyuz?

Hele ayak bileklerindeki hal hallar... Beş bin yıl önceden bugüne atılmış bir ekinsel köprü değil mi sizce, ne dersiniz?.




ElmadagTarihçesi-elmadag hakkında bilgiler

  
   
 İç Anadolu Bölgesinin yukarı Sakarya bölümünde yer alan Elmadağ Ankara’nın 41 Km. doğusunda adını aldığı Elmadağ’ın Kuzeydoğu eteklerinde kurulmuş; çok eski bir yerleşim alanıdır.
     Yapılan arkeolojik araştırmalardan elde edilen prehistorik eserler, Elmadağ ve çevresinin çok eski medeniyetlere sahne olduğunu göstermektedir.. Bu araştırmalara göre M.Ö. 547’ye kadar Frigler ve Lidyalılar, M.Ö.84’e kadar Persler ve değişik kavimlerin varlıklarını sürdürdüğü yöre bu tarihten sonra Roma İmparatorluğunun eline geçmiştir. 1071 Malazgirt savaşından sonra Anadolu’ya yerleşmeye başlayan Türkler 1073’ten sonra yörede etkin olmuşlardır. Anadolu’ya yapılan Moğol saldırılarından da nasibini alan yöre Moğol İmparatoru Boycu Noyan komutasındaki Moğol ordusu tarafından yakılıp yıkılmıştır.
     Denizden yüksekliği 1135 m. olan ve oldukça arızalı bir topografyaya sahip olan ilçemizin batısı kısmen düzlüktür. Her tarafından derin vadilerle yarılmış yaylalar üzerinde aşınmış tepeler ve sırtlar yer alır. Güney batısında 1862 m. yüksekliğe sahip Elmadağ, kuzeyinde ise 1995 m. yüksekliğinde kütle halinde İdris Dağı bulunur. İlçeyi boydan boya geçenek akan ve kuzeyde Kızılırmak ile birleşen Kargalı Deresi kar ve yağmur suları ile beslenen düzensiz bir rejime sahip bir akarsudur.
     İlçemiz Perme-Trias yaşlı kalkerlerle, plosen formasyonları üzerinde yer alır. Bu alanın büyük bir kısmı mermerleşmiş beyaz kalker ile kaplıdır. Bazı kısımlarında ince kil tabakaları bulunur. Kalker tabakaları doğuda ve güneyde; yüzeyde görülürken batıya gidildikçe üzeri örtü tabakaları ile kaplıdır.Kargalı deresi çevresinde dar bir şerit halinde kalınlığı fazla olmayan alivyal topraklar yer alır. Kuzeybatısında plosene ait kırmızımsı esmer renkli killi seriler bulunur.
     Yöre kışları soğuk ve sert geçen karasal iklimin etkisi altındadır. Yüksek ve dağlarla çevrili olması sebebiyle gece-gündüz ve yaz-kış sıcaklıkları arasında büyük farklılıklar görülür.
     Kar yağışları Kasım ayında başlayıp Nisan ayına kadar sürer. En fazla yağış Ocak ayında görülür. Sonbahar mevsiminin son aylarında sis vardır. Rüzgar her yönden esse de Güneydoğu yönünden esen rüzgar daha etkilidir.

Elmadag Yöresel Yemekleri tirit tarifi tandır ekmegi


Elmadağ Yöresel Yemekleri
 
bir kac örnek

BAYRAM ARACI

BAYRAM ARACI
 
BAYRAM ARACI TÜRKÜ SÖZLERI ICIN YAZIYA TIKLA
BAYRAM ARACI 5 Mart 1921 tarihinde Ankara’nın Küçük Yozgat Köyü’nde (Elmadağ) doğdu. Bayram Aracı’nın sazının temelinde de babasından öğrendikleri önemli bir yer tutmaktadır. Sanatının ilk feyzini babasından alan Bayram Aracı, oldukça köklü kültürel değerlere ve bu değerlerden beslenen zengin bir müzik geleneğine sahip olan Ankara’ya çocuk denecek yaşlarda gelmiştir. Burada kendini bir anda Genç Osman, Yağcıoğlu Fehmi Efe, Ziya Yağar ve Kır Ağa gibi ehl-i dil insanların arasında bulması onun sanatının şekillenmesinde temel bir değer olmuştur. Genç Osman’ın (Osman Gençtürk) o klasik eski Ankara divanlarının, koşmalarının türkü ve oyun havalarının meşhur bir icracısı olduğu kadar sözü sohbeti dinlenir, irfan sahibi değerli bir insan olduğunu biliyoruz. O kadar ki, Genç Osman’ın çalıp okuduğu Ankara Divanını, Yağcıoğlu’nun oynadığı Karaşar Zeybeğini ve söylediği bozlağı eski Ankaralılar hala büyük bir hayranlıkla överler. Hamamönü’nde Cihan Saz Evinin sahibi muhabbet üstadı Mehmet Cihan, Aracı’yı şöyle anlatıyor: “Bayram Aracı’nın, haki renkli külot pantolonu pileli, renkli bir gömleği, ayağında ökçesine basık bir ayakkabısı olurdu. Hocanın Ziya, Yağcıoğlu ve Genç Osman, Bayram’ı evlatları gibi sever, onunla ilgilenirlerdi. Tabii bir de Kır Ağa, hani Ankara’nın o meşhur “Misket” ine aşık olan bir yiğittir. O günler Yağcıoğlu’nun konağı başta olmak üzere evlerde, konaklarda Ankara cümbüşlerinin, muhabbetlerinin tüm canlılığı ile devam ettiği günlerdir. En sık uğradığı, dönemin ünlü sanatçılarının da müdavimi olduğu Hamamönü’ndeki Hasıraltı Meyhanesi Bayram Aracı’nın evi gibiydi. Bir gün Ahmet Gazi Ayhan’la arka arkaya sahne aldığı bu mekanda, Ayhan’a fark atmak ve büyüklüğünü göstermek için sazının bütün perdelerini keserek perdesiz saz çalmış ve büyük beğeni toplamıştı. Rahmetli çok kısa zamanda şöhrete kavuştu; fakat öyle kolay kolay ölçüye tartıya gelen bir adam olmadığı için, bir süre sonra Ankara ona dar geldi ve tuttu 40’lı yıllarda İstanbul'a gitti.” Günümüzde dahi rastlanmayan ölçülerde, perdesiz saz çalarak sanatının boyutunu ispatlayan Bayram Aracı Ankara’da Misket, Hüdayda, Yandım Şeker, Atım Arap, Ankara Zeybeği gibi geleneksel Ankara türkü ve havalarını büyük bir canlılık ve dinamizm içinde icra ederken, 1940’lı yılların ortasında birden bire kendini gazinolarda bulur. Haydar Tatlıyay’ın desteği ile ilk sahneye çıktığı gazino, Kristal ve Nohutlu gazinolarıdır. O günler gazino, taverna ve benzeri eğlence yerlerinin hızla çoğaldığı günlerdir. Şehre ve şehirlilere has bu mekanlarda, bir anlamda “geleneksel şehir müziği” diyebileceğimiz bu günkü adıyla Türk Sanat Müziği icra edilmekte ve ünlü starlarda Safiye Ayla, Müzeyyen Senar ve Hamiyet Yüceses başta olmak üzere, Türk Sanat Müziği söyleyenler arasında çıkmaktadır. Bu mekanlarda türküye de türkü söyleyene de -bazı nostaljik duygulanmalar dışında- fazla rağbet edilmektedir. Halkın küçümsediği, halkın müziği olan türkünün kaba ve ilkel bulunduğu türkü söyleyenlerinde “sanatçı” dan çok “zanaatçı” görüldüğü o yıllarda, elin sazı, dilinde türküleriyle beş yıldızlı gazinoların yanar döner sahnelerinde, bir delikanlı fırtına gibi esmeye başlamaktadır. İsmini gazinoların yaldızlı neonlarına yazdırtan, dönemin starlarıyla aynı gazinolarda assolist olarak sahne alan bu delikanlı işte Elmadağlı Bayram Aracı’dan başkası değildir. O dönemde sanat camiasında gazinoların edindiği önem göz önünde bulundurulduğunda Bayram Aracı’ya duyulan istek hiçte küçümsenmeyecek bir başarıdır. Zaten onun bu yeteneği daha önce Muzaffer Sarısözen tarafından da keşfedilmiş ve Sarısözen sazı ve sözüyle bir süre radyo yayınlarına katılan (1939) Aracı, burada büyük takdir toplamış ve İstanbul’a uzanan yolculuğun temellerini atmıştır(1948). Sarısözen hocanın onun sazına duyduğu hayranlık, dost sohbetlerinde Bayram Aracı ismini tekrar tekrar gündeme getirmesi; Muzaffer Sarısözen isminin halk müziğindeki yeri göz önünde bulundurulduğunda, Bayram Aracı’nın ulaştığı noktaya hakkıyla geldiğinin kanıtıdır. O artık ismi bağlama ile birlikte anılan, kendinden sonra gelen hemen bütün saz sanatçılarını etkileyen bir anlamda bizim ilk bağlama virtüözümüzdür denebilecek önemli bir sanatçıdır. Bazı 45’liklerde isminin önüne çok önemli ve anlamlı bir sıfat eklendiği görülür: “Anadolu Saz Kahramanı Bayram Aracı”. Böylece bir anlamda Anadolu’yu, Anadolu’nun sazını, sözünü ve türküsünü temsil misyonunu kendiliğinden üstlenen Bayram Aracı için üstat Neşet Ertaş şöyle diyor; “Bayram Aracı bağlamada benim en çok etkilendiğim sanatçılardan birisidir. Özellikle “Re” perdesinden tutarak (Re karar sesi) ile çalışması beni de Çekiç Ali’yi de etkilemiştir. Sazı çok canlı ve ritimli çalardı. Değişik tezene atış şekilleri vardı. Çok süslü ve gösterişli çaldığı için hepimiz etkilenirdik onun sazından.” Merhum Nida Tüfekçi ile bir konuşmasında Aracı için şu tespitlerde bulunmuştu: "Bizim kuşağın sanatseverleri Bayram Aracı’yı büyük bir sevgi ve saygı ile anarlar. Bağlamanın sevilmesinde halk müziğinin yayılmasında önemli hizmetleri olmuştur. Coşkulu tavrı, bağlamayı bağlama gibi çalmaktaki ustalığı ile, özellikle Ankara dolaylarının tavrıyla çaldığı ezgilerdeki başarısıyla hala canlı olarak yaşayan bir sanatçıdır.” Arif Sağ’ın değerlendirmesi ise şöyledir: “O yıllarda Neşet Ertaş ve Orhan Gencebay ile birlikte üçümüzün de ortak noktalarından biri Bayram Aracı hayranlığı idi. Benim küçükken Bayram Aracı’ya büyük bir tutkum vardı. Zaten Gencebay’ın temelinde Bayram Aracı vardır. Ertaş da çok severdi. Yani ortak muhabbetlerimizde hemen Bayram Aracı ortaya çıkardı. Aracı bir dönem gazinolarda assolistleri aşağı indirmiş bir sanatçıydı.” Arif Sağ’ın yanı sıra Orhan Gencebay da gerek katıldığı televizyon programlarında gerekse gazete ve dergilerde yayımlanan röportajlarında her zaman Bayram Aracı isminden söz eden sanatçılarımızdandır. Son dönemde katıldığı bir televizyon programında Aracı için söylediği şu sözler çok anlamlıdır: “Bayram Aracı benim hocamdır. Bağlamayı sevmemde ve onu bu şekilde icra etmemde onun büyük emeği vardır. Rahmetliye 17-18 yaşlarımda yaşadığım buluşma ve sonra devam eden ilişkimiz süresince ona duyduğum saygı her geçen gün artmıştır. Bu günlere gelmemde Aracı’nın yeri sanat yaşamımda büyüktür. Hocamı saygıyla anıyorum.” Muzaffer Sarısözen, Nida Tüfekçi gibi halk müziğinin kilometre taşlarının; Neşet Ertaş, Arif Sağ ve Orhan Gencebay gibi büyük saz üstatlarının da açık bir biçimde dile getirdiği Bayram Aracı yaşadığı döneme damgasını vurmuştur. Anadolu insanının en saf, en samimi ve en gerçek sesi olan “türkü”yü bağlamadan “bağlama”yı da türküden ayrı düşünemeyiz. İşte Aracı bağlama ile türküyü eş ve özdeş kılan saz üstatlarının başında gelen önemli bir isimdir. Bayram Aracı, başta “Ankara Tavrı” olmak üzere, sazda değişik tezene şekillerini, sesini ve farklı icra üsluplarını cesaretle kullanarak oldukça renkli bir icra yakalamıştır. Bir taraftan geleneksel tavır ve üslubu belli ölçüde yenilerken öte yandan “piyasa tavrı” denilen popüler icranın ilk örneklerini de veren ilginç bir sanatçı kişiliği vardır. Okuyuşu yiğitçedir, hatta okuyuşunda yer yer külhanbeyi edası yansımaktadır. Sesini mümkün olduğunca kalınlaştırıp bazen geniz, bazen kafa sesi kullanarak okuduğu türküleri resitatif nida motifleri ile, konuşmalara mahalli söz ve seslerle süslemesi karakteristik Ankara tavrı olarak hemen kendini belli etmektedir. Bazen kısa, bazen uzun introlarla başladığı oyun havalarını, sağ elinin parmaklarını sazın göğsüne bir biri ardına bir ritim içinde vurarak süslemesi Aracı’dan önce de yaygın mıydı tam bilemiyoruz ama onunla birlikte yaygınlık kazandığı söylenebilir. Eserin ritmik akışı içinde eliyle sazın tüm tellerini kapatıp açarak icraya farklı bir renk ve ritmik zenginlik kazandırmasını da tipik Bayram Aracı tarzı olarak nitelemek mümkün. Bütün bunlar sanatçıyı zaman zaman adeta “tek kişilik orkestra” zenginliğine taşımıştır. Bayram Aracı’nın oldukça cesur ve kendinden emin bir üslubu vardır. Kiraz kabuğundan yapılmış tezenesini bazen bir tek tele, bazen de bütün tellere vurarak zengin bir tını yakalar. Eserin başında bir intro gibi başlayan gezinmeler, çoğu zaman eserin ait olduğu makamın seyrini gösteren bir taksim tadında uzar gider. Bunların öyle tesadüfen değil, bilerek ve özellikle taksim tarz ve üslubunda yapıldığını, Bayram Aracı’nın üstat Tamburi Cemil ile yaşayışını öğrendikten sonra anlıyoruz. Sanatçının İstanbul yıllarına rastlayan bu beraberlik, belki Bayram Aracı’da Tamburi Cemil’in o insanı büyüleyici usta işi taksimlerini taklit arzusu doğurmuş olmalıdır. Esas itibarıyla yöresine ait anonim türkü ve havaların usta bir mahalli icracısı olan Bayram Aracı’nın bununla yetinmeyip beste yaptığı da bilinmektedir. Şu noktayı özellikle vurgulamakta fayda vardır: Bazı sanatçılar bizzat sanatlarıyla büyük ve önemlidirler, bazıları da sanatlarından ziyade üstlendikleri misyonla önemlidirler. İşte Bayram Aracı bu ikinci guruba giren sanatçıların en tipik örneklerinden biridir. Halk müziğinin dönem dönem yaşadığı inişli çıkışlı grafikler çerçevesine bakıldığında. döneminde halk müziği görmezden gelinirken, kaba ve ilkel bulunarak halk müziği bitti denilirken onu yeniden dirilten, elinde bağlamasıyla ismini zirveye yazdırarak bu söylenenlerin hiç de doğru olmadığını ispatlayan bir sanatçıdır. Ayrıca kendinden sonra gelen hemen hemen bütün saz sanatçılarını etkileyen, bir anlamda bizim ilk bağlama virtüözümüz denebilecek önemli bir sanatçı olması da bu misyonu büyük ölçüde tamamlamakta aydınlatıcı olacaktır. Bağlama icrasında kendine has önemli yenilikler getirmiş, dönemine göre ileri bir çalma tekniği geliştirmiş ve gıpta ile izlenmiştir. Bunun yanı sıra yetişmelerinde emek verdiği sanatçıların bugün müzikal alanda geldiği nokta göz önünde bulundurulduğunda Bayram Aracı’nın “Anadolu Saz Kahramanı” olarak anılması da yerinde bir sıfat olmuştur. Bayram Aracı, kendini sazına ve sanatına adamış benzerleri ile aynı kaderi paylaşarak, yokluk ve yoksulluk içinde, verem tedavisi için gittiği İstanbul’da 16 Ocak 1969’da hayata gözlerini yumdu. Kendisi de bir sanatçı olan (TRT Ankara Radyosu Türk Sanat Müziği Sanatçısı) Mualla Mercan ile evliliğinden Elvan adlı bir oğlu oldu. İkinci evliliğini Melek Hanımla yapan sanatçı, bu evliliğinde de aradığı mutluğu bulamadı. Sıcak ve huzurlu bir aile yuvası özlemi ile, ince hastalığın pençesinde hayata veda etti. Aracı’yı anma adına, Elmadağ Belediyesi tarafından her yıl “Bayram Aracı Saz ve Kültür Şenlikleri” düzenlenmektedir. Elmadağ Kültür Sanat ve Gençlik Derneği’nin Bayram Aracı’nın kabrini Elmadağ’a taşıma girişimleri olmuşsa da Halen İstanbul'da KİMSESİZLER MEZARLIĞINDA YATMAKTADIR (Sanırım bu ayıp hepimize yeter) Eserlerinden Bazıları Sarı İpek, Allı Yazma, Allı Yazma Başında, Aşağıdan Acı Poyraz Acılar, Atim Arap, Başına Bağlamış Kara Yazma, Şu Kavak Meşe Kavak, Bülbüle Su Verdim, Evlerinin Önü, Cimdallı, Hafız Mektepten Gelir, Hüdayda, Karşı Bağda, Oyalı Yazma, Sazım Düştü Duvardan, Su Sızıyor, Yandım Şeker, Şeytan Bunun Neresinde, Şu Çorum’un Güzelleri Bu bölümde, Elmadağ’da ve Türkiye’de bir çok kimsenin adını duymadığı, caz sanatçısı Elvan Aracı’dan bahsetmek gerekir. Elvan Aracı, Anadolu Saz Kahramanı Bayram Aracı’nın öz oğludur. Araştırmamız esnasında tesadüfen ulaştığımız bilgiler şu şekildedir: “Elvan Aracı 20 yildan fazla bir süredir, zaman zaman gidip gelmeler suretiyle yurtdışında yaşadı. 46 yaşındaki müzisyeni yurtdışına çıkmaya zorlayan da caz aşkıydı. Aslında müziğin içinde doğmuştu, babası Bayram Aracı 50’lerin bağlama üstadlarından, annesi Mualla Mercan Aracı da 50-60’larda Türk sanat müziğinin ünlü isimlerindendi. Onu da Belediye Konservatuvari’na gönderdiler. Trombon bölümündeki eğitime üç yıl dayanabildi. Trombonunu alıp piyasaya çıktı. “Yardımcı enstrüman olarak piyano egitimi aliyordum. Hocalar anlayışsız, ögrencilere devamlı baskı. Iyiki de bırakmışım. Erkenden hayata atıldım” diyor. Zamanının en önde gelen isimleri ve orkestralarıyla çaldı. Çizgiler, Ahit-Cahit Oben Kardeşler, Kanat Gür, Yalçın Ateş, İstanbul Gelişim Orkestrasi gibi. Bu arada stüdyo müzisyenliği yapıp, Nükhet Duru, Erkut Taçkın gibi sanatçılara aranjmanlar yazıyordu. 17-18 yaşlarında, Miles Davis, John Caltrain gibi müzisyenleri dinleyince cazcı olmaya karar verdi. 1977’de İsveç’e gitti, orada en ünlü müzisyenlerle çalıştı. 17 yıldan sonra 1994’te Amerika’ya cazın kalbine uçtu. Müzik kolejinin dört yıllık programını üç yılda bitirdi. Dünyanın en ünlü caz kulüplerinde, en ünlü müzisyenlerle çaldığını anlatıyor, Red Mitchell, Horace Parlan, Dug Rainey Hilton Lewis... Tam çevresi genişlemeye, kendine bir yer edinmeye başlıyormuş ki vize sorunu çıkmış ve geri dönmek zorunda kalmış. Elvan Aracı’ya göre Türkiye’de caz çalınacak mekan yok denecek kadar az. Varolan da “caz işletmeciliğini” bilmiyor. “Adam caz dinlemeye gidiyor, 20-30 milyon bırakıyor tek başına. Bir daha gelir mi? Onun parası neyse onu alacaksın. Caz işletmesi bir cemaattir, kendi müşterisi vardır. Ne çok ne az kazanır, yaşar, kendi yağıyla kavrulur. Lüks ya da sosyete yeri değildir. Param olsa gerçek bir caz kulübü açardım, bütün arkadaşlara da o imkanı verirdim.”20 yılı aşkın yurt dışı deneyiminden sonra yaşamını Türkiye’de devam ettirmeye karar veren Elvan Aracı, ülkemizde caz müziğinin daha fazla ilgi görmesi yönünde çalışmalını devam ettiriyor. Kaynak: Aytaç ÖZEL, Elmadağ Sosyo-Ekonomik ve Kültürel Yapı, Elmadağ Kaymakamlığı Yayınları, Ankara-2007 s.97-103 eserleri Bülbüle Su Verdim Bülbüle su verdim altın tas ile Çok günler geçirdim kara yas ile Ben seni severdim bir heves ile Başım pınar ayaklarım göl olsun Az doldur ki sevdiğim içemiyom ben Ne kadar yüz çevirsen geçemiyom ben Kapalı çevreni el atıp açmam Ab-u hayat olsan bir yudum içmem Deniz ortasında olsan bir köprü Boğulur denizde üstünden geçmem Az doldur ki sevdiğim içemiyom ben Ne kadar yüz çevirsen geçemiyom ben -------------------------- Oyalı Da Yazma Başında Oyalı da yazma başında Oyaları kaşında Yeter beklettiklerin Çeşmelerin başında Eğmeli yavrum eğmeli Fistan yere değmeli Bir yiğidin sevdiği Dünyaları değmeli Ben armudu dişledim Sapını gümüşledim Sevdiğimin ismini Mendilime işledim Eğmeli yavrum eğmeli Fistan yere değmeli Bir yiğidin sevdiği Dünyaları değmeli Sürahiyi doldurdum Baş masaya koydurdum Uyuyan gözlerini Öptüm de uyandırdım Eğmeli yavrum eğmeli Fistan yere değmeli Bir yiğidin sevdiği Dünyaları değmeli --------------------------- Göle Gidelim Göle gidelim göle Kimlerinen eğlene Yarim sana fiske vurdum İki kolum bağlana Amanın yavrum cimdallı Kızlar giyer bindallı O bindalın üstüne Bu kollar dolanmalı Kepekliği aşalım Gel senle kavuşalım Sen yağmur ol ben bulut Yağarken kavuşalım Amanın yavrum cimdallı Kızlar giyer bindallı O bindalın üstüne Bu kollar dolanmalı ------------------- Şu Kavak Meşe Kavak Şu kavak meşe kavak Dalını döşe kavak Yarim gölgende yatmış Sen binler yaşa kavak Aman aman kekliğim Gerdana gül ektiğim Yeter senin elinden Bunca zaman çektiğim Limonum portakalım Yalvarırım kalalım Güzel kızlar polis olmuş Hemen teslim olalım Kavak senden uzun yok Dalların çok üzüm yok Küstürdüm de gönderdim Gel demeye yüzüm yok Aman aman kekliğim Gerdana gül ektiğim Yeter senin elinden Bunca zaman çektiğim -------------------- Çiçekdağı Derler (Oyun Havası) 3 (Of yarey) Çiçekdağı derler var mı sana zararım Yar yitirdim oylum oylum ararım hey Üç güneydi benim kavli kararım Beş gün oldu nerde kaldın sevdiğim Vah vah anadan yosmam hey Çiçekdağı derler şahını duydum Aşkın ateşiyle eğlendim kaldım Vebali boynuna işte ben öldüm Mezarımı avluya kaz kara gözlüm Yavri şahin enginlerde kışlamaz Felek kalasına gülle işlemez Talih galip geldi peşim boşlamaz Bir vefasız vurur yıkar taş (söz) ile Çiçekdağı aşamadım ardını Çeken bilir ayrılığın tadını Bülbül ucuz vermiş gülün narhını Gül alıp satmanın zamanı değil --------------------------- Başına Bağlamış Karalı Yazma Başına bağlamış karalı yazma Alırım sevdiğim ağlayıp gezme Çıkıp pencereye kendini üzme Uzat başörtüsünü çıkam yanına Sabah gülü gibi doğup parlama Yavaş yürü kız kendini sallama Alırım (severim) sevdiğim almaz belleme Usandırdın beni tatlı canımdan ------------------------------ Name Gelin (Bir Elinde Kantar) 2 Bir elinde kantar Nerelerde almış tartar Aşka gelmiş benim de yarim İntaresin yırtar Dirim Name dirim Satın alır yerim Bir gün olur Namem Ben sana neler dirim Bahçelerde iğde Hep dalları yerde Benimde yarim nerde Çeşmelerde sularda Dirim Name dirim Satın alır yerim Bir gün olur Namem Ben sana neler dirim Suda oynar balık Ne yamanda yanık Arzedeyim gelin Namem Benzim neden soluk Dirim Name dirim Satın alır yerim Bir gün olur Namem Ben sana neler dirim -------------------------- Göle Gidelim Göle Göle gidelim göle Kimlerinen eylene Yarim sana fiske vurdum İki kolum bağlana Kepekliyi aşalım Gel senle kavuşalım Sen yağmur ol ben bulut Yağarken gavuşalım Elmayı sekiz dildim Çamura düştü sildim Yar kıymeti bilmezdim Ayrı düşünce bildim ------------------------